ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖÜNMEZ !!!


   
  www.islamiyet38.tr.gg
  ALLAHA KULLUK NEDİR.
 

 
allah'a kulluk nedir?
 
Sual: Kâfirler ibadetle mükellef değildir. Ahirette onlara niye namaz kılmadınız, niye oruç tutmadınız diye sorulmayacaktır. Onlara niye inanmadınız diye sorulacaktır. Durum böyle iken ne diye Bekara suresinin 21. âyetinde (Ey insanlar Allah’a ibadet ediniz) buyuruluyor da, ey müminler denmiyor?
CEVAP
O âyetin meali şöyledir:
(Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, Allah’ın azabından korunmuş olabilesiniz.) [Bekara 21]

Tibyan
'da (Allah’ın varlığına, birliğine, inanmak suretiyle kulluk edin) diye açıklanıyor. Deliler ve çocuklar hariç, mükellef olan herkes bu emre muhatap deniyor. Âyetin sonundaki tettekun = Şirkten, küfürden ve günahlardan korunasınız diye açıklanıyor. Bu açıklamalar kâfirleri de, müminleri de kapsamaktadır. Yani (Allah’a kulluk ederseniz kurtulursunuz) buyuruluyor. Elbette buna kâfirler de müminler de dahildir. Kulluk için önce iman, sonra da ibadet gelir.

Kur’an-ı kerimdeki (Ey iman edenler iman edin) demek, (Beni tanıyın) demektir. (Beni tanıyın) demek ise, (Emir ve yasaklarıma uyun) demektir.

Cahillerin imanına İman-ı mecazi denir. Bu iman, bozulabilir ve yok olabilir. Hakikat ehlinin imanları bozulmaktan mahfuzdur. (Ey iman edenler iman edin) demek, (Ey, imanın suretini edinenler, ibadet ederek, hakiki imana kavuşun) demektir. Demek ki haramlardan kaçmayan, ibadetlerini yapmayan kimse Allah’ı tanımış olamaz ve hakiki imana kavuşamaz.

Başka bir âyet-i kerimede de mealen buyuruluyor ki:

(Ben cin ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri
[beni tanımaları] için yarattım.) [Zariyat 56]
Bu âyet-i kerimedeki (Kulluk etmeleri, ibadet etmeleri için) ifadesi, âlimler tarafından (beni tanımaları için) diye açıklanmıştır. Yani, Allahü teâlâyı tanımak, için yaratıldık. Allah’ı tanımak ise, emir ve yasaklarına uymak demektir.

Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyuruyor. Yani (Onların beni tanımakla şereflenmesi için yarattım) buyuruyor. Yoksa, (Tanınayım da meşhur olayım) demek değildir.

Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye buyurdu ki:
- Sen ilmin başını öğrendin mi?
- İlmin başı nedir ya Resulallah?
- İlmin başı, Allah’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın olduğunu bilmektir. 
[Tüm DİNİ BİLGİLER
 
allah'ın azameti
 

En küçük şeylere en büyük işleri yaptırıp, karıncaya Firavun'un sarayını harap ettiren Allah'tır! Kâinatın her yanında O'nun mülkünün bayrağı dalgalanır. O bayrağın gölgesine sığınmayanlar gölgesi başımızdan eksik olmasın kendilerine yazık etmiş olurlar. Yer-gök O'nun hükmü altındadır. Elimiz-ayağımız, gözümüz-kulağımız, dilimiz-dudağımız, kalbimiz-vicdanımız O'nun geniş mülkünde küçük birer et parçası ve minik birer duygu vasıtasından ibarettir. Bütün bunlar O'nun olduğu gibi onlardan elde edilen fayda ve semereler de O'na aittir. O, bu duygu ve uzuvları bize vermeseydi, biz nasıl "ağzımız-burnumuz, gözümüz-kulağımız" diyebilecektik! O, bunlara terettüp eden meyveleri yaratmasaydı, kalkıp kendimize mal ettiğimiz bu semerelerden kaçta kaçına sahip olabilecektik! Dünya, O'nun buyruğuyla dönüp durmakta, yeryüzü O'nun cömertliğiyle dolup taşmaktadır.

Bundan dolayıdır ki, varlığı, O'ndan başkasına isnat etmek, affedilmez kaba bir nankörlük; nimet ve ihsanları arkasında O'nun elini görmemek de utandırıcı bir şirktir.


 
allah'ın yarattığı varlık alemi 2
 

Yokluğun bağrına varlık incilerini saçan O, perde perde yokluk karanlıkları içinde gök kapılarını açan O, kâinatları okunsun ve temâşâ edilsin diye bir kitap, bir meşher gibi tanzim edip, sonra da çehresine ışık saçan yine O'dur.

Çeşmeler, çaylar O'ndan aldıkları emirlerle gürül gürül akarlar. Taşlar, kayalar, O'nun emirleriyle parça parça olur, toprak kesilir ve bağırlarını tohumlara açarlar... Ovalar, obalar, O'ndan aldıkları emirlerle en göz kamaştırıcı fistanlara bürünür, yer ve gök ehline gamzeler çakarlar.

O'ndan gelen esintilerle, her sene yeryüzü bir baştan bir başa cennetlere döner bağlar bahçeler birkaç kere meyvelerle kızarır kuşlar, kuşçuklar coşar oynar; canlı cansız her şey lisan kesilir ve yürekleri hoplatan bir talâkatla O'nu haykırır..

Bu uçsuz-bucaksız kâinatta, hiç kimse O'na karşı mülk davasında bulunamaz. Yeryüzü, çeşmeleri, çayları ve engin denizleriyle O'nun rahmetinden küçük birer damla, canlı-cansız bütün varlık O'nun servetinden sadece birer zerredir. O'nun nimetleri, iki kutup arasındaki rakamlarla ifade edilemeyecek kadar çok ve bütün bu göz kamaştırıcı nimetlere karşı minnet ve şükran da O'na mahsustur. Her yerde gördüğümüz kâinat çapındaki bu engin tasarruf ve ihsanlar O'na ait olduğu gibi, insanoğlunun eliyle gerçekleştirilen bütün hayırlar, bütün bereketler, feyizler de O'na aittir. İmanlı gönülleri itminanla donatan O, hakikat erlerine ahlâk ve hikmet öğreten O, secdeli başlara ışığa giden yolları gösteren de yine O'dur. O'nun inayetini tanımayan sa'y ve gayretler boş, O'nun korumadığı semereler de gelip geçici seraptan ibarettir.

 
ailede duygusal iletişim
 

 

Aile içi huzur ve mutlulukta duygusal iletişimin muhteşem bir etkisi vardır. Belki de çoğu kimsenin basit ve küçük görüp önemsemediği ayrıntılar eşsiz bir mutluluğun sırlarını taşıyabilir. Bir takdir, bir iltifat, duygu yüklü bir cep mesajı veya bir şiir, eşinizi memnun eden bir sürpriz, küçük bir jest, hayal bile etmediğiniz güzelliklere vesile olabilir.

Çoğu kimselerin ihmal ettiği duygusal iletişim, bedene canlılık veren bir ruh gibidir. Bazen karamsar ruh hâlini coşkuya dönüştürür, bazen bir hatayı affettirir. Neredeyse bedelsiz elde edeceğimiz bu kazançlar için yapacağımız, biraz duyarlı olmak, ayrıntılara dikkat etmek, fırsatları değerlendirmektir.

Evliliğimin ilk aylarında eşim ev eşyalarının yerini değiştirir ve benim fikrimi sorardı. İlk zamanlar pek önemsemez, ilgisiz cümlelerle geçiştirirdim.

 

Duygusal beklentilerine cevap verin

Kafamda başka şeyler vardı çünkü. İş yerinde aşırı derecede meşguldük. Çoğu kez akşam yemeğine geç geliyordum; bazen iş ve toplantılar gecelerimizi bile dolduruyordu. Hazırladığım yazılar, diziler, yetiştirmek zorunda olduğum araştırmalar beni başka bir şey düşünemez hâle getirmişti. Bir de kira ve taksitler yüzünden aylık masraflarımıza bile yetmeyen maaş olunca, sehpadan, vitrinden bana neydi?

Eşim birkaç ayda bir evde küçük değişiklikler yapıyor, hatta bazen ilk şekline çeviriyordu. Ama artık takdir ve iltifat etmeyi öğrenmiştim. Görüşümü sorduğunda verecek cevabım vardı:

- Ne kadar güzel olmuş, oda daha ferah bir görünüm kazanmış, diyordum. 

Doğru; işim çoktu, zihnim meşguldü. Ama evde bunları düşünmek yerine ailemin duygusal beklentilerine cevap versem daha iyi olmaz mıydı? İlgimi gösteren bir davranış, iki kelimelik bir takdirle ne kaybederdim?

Belki ev eşyaları biz erkekleri kadınlar kadar ilgilendirmez. Zira ev daha çok hanımların ülkesidir. Erkeklere göre zamanlarının çoğunu evde geçirirler. Ev eşyaları, onların yerleştirilmeleri, ara sıra yapılan değişiklikler onlar için çok önemlidir. Bize düşen de, gelişmelere seyirci olmak değil, katılmak ve takdir etmekti.

Belki küçük ayrıntılardı, ama insanın huzurunu etkileyen her şey önemli değil midir?

 

Bir hanımefendinin romantizm yakınması

Samanyolu TV’de bir aile programına katılmıştım. Konumuz, ailede romantizm idi. Monoton giden, belki de bazen zevksizleşen hayatımızı bir anda cazip ve neşeli hâle getiren jestler, sürprizler, ilginçlikler ailemiz için gerekliydi. Hediyeleşen ve bunu bize tavsiye eden, hanımıyla koşu yarışı yapan bir Peygamberin (s.a.v.) ümmetiydik. Biz de eşlere, güneşin doğuşuyla batışını birlikte izlemekten, sahil kenarında dolaşmaya, mehtap altında sohbetten yağmurda ıslanmaya, hatta birlikte kartopu oynamaya kadar bir dizi tavsiyelerde bulunduk.

Derken bir hanımefendi telefonla canlı yayına katıldı. 35 yaşındaydı ve evleneli 20 yıl olmuştu. Dört çocuğu vardı. Kocasına romantik tekliflerde bulunduğundan, ancak hep olumsuz cevap aldığından yakındı.

- Meselâ bir gün kar yağıyordu, dedi. Eşime dışarıda el ele tutuşup kar altında yürüme teklifinde bulundum. “Yahu hanım, ben donuyorum, sen kar altında yürüyelim diyorsun” diyerek karşı çıktı. Bir gün kendisine, akşam sofrasına mumları dizsem ne diyeceğini sordum. “Hayrola, elektrikler mi kesilecek, derim” cevabını verdi. Söyler misiniz, ben ne yapayım?

Biz de eşinin uygun gördüğü ölçüde sürprizlere ve jestlere devam etmesini, belki zamanla onun da bu konuda gelişip ortak bir noktada buluşabileceklerini anlattık. Evet, aşırıya kaçmamak şartıyla romantizm güzel ve gerekliydi; ancak bu yüzden aileyi huzursuz etmek de yanlıştı. Sonuçta dört çocukları ve huzurlu bir yuvaları vardı.

Küçük jestleri önemseyin

O gün işten çıkınca tatlı alıp eve geldim. Karşılama faslından sonra salona girmeye niyet ettim, ama eşim ve iki çocuğum önümü kesti:

- Şimdi girme, az sonra, dediler.

Acaba az sonra ne olacaktı? Mutlaka bir sürpriz vardı.

Birkaç dakika sonra giriş izni çıktı. Kapıdan içeri girerken oğlum müzikli kartpostaldan “Aşk Hikâyesi”nin müziğini dinletiyordu. Yemek masası çiçeklerle süslenmişti. Teşekkür ederek masaya oturdum. Tam yemeğe başlayacaktım ki, hanım önceden yazdığı bir sayfalık sevgi ve duygu yüklü bir yazıyı okudu. Anlaşılan bizimkiler televizyon programından oldukça etkilenmişlerdi. Doğrusu, bu sürpriz benim de hoşuma gitmişti.

- Madem öyle, dedim, durun o zaman, önce bir dua edelim, sonra yemeğe başlayalım. Çünkü nimete şükretmeyi unutursak, Allah bizi unutmadığını bir musibet veya tatsızlıkla gösterebilir.

Gerçekten de, sevinçten uçarken şükrü unuttuğum zamanlar, bazı sorunlar çıkmış ve elimdeki nimet bana zehir olmuştu. Hemen dua edip, bizlere bu nimetleri ve şu mutluluğu veren Rabbimize hamd ettik.

Yemeğimizi afiyetle yiyip cemaatle namazımızı kıldık. O sürpriz yemeğin olumlu etkisi, günlerce devam etti. Demek küçük jestler bazen yeni mutluluklar getirebiliyor.

 

“Olan oldu” demeyin!

Psikolog bir arkadaşım anlatmıştı. Eşi de kendisi de çalışıyordu. Bir akşam eve birkaç saat erken gelmiş. Güzel yemekler pişirmiş. Masaya çiçekler koymuş, servis düzenini hazırlamış. Hanımı eve girdiğinde hiç beklemediği bir jestle karşılaşınca sevinçten çığlık atmış.

Eve yorgun gelirken “Acaba bu akşam ne pişirsem?” diye plânlar yapan bir kadının, hem bu zahmetten kurtulup hem de renkli bir sofrayla karşılaşmasının sevincini tahmin edebiliyor musunuz?

Tabiî duygusal iletişim bazen olumsuzlukları görmemeyi gerektirir. Bir arkadaşım anlatmıştı. Sabah basit bir tartışmadan sonra işe gitmiş. Az sonra eşinden sitem ve kahır dolu bir mesaj almış. Hak etmediği bu mesaja karşılık daha sitemkâr ve alıngan bir mesaj yazarken birden şöyle düşünmüş:

“Ben ne yapıyorum? Bu yaptığım yangına körükle gitmek değil mi? Pekâlâ geçici bir alınganlık bu. Eğer cevaplarsam kökleşir, iyi bir mesaj yazarsam düzelir.”

Hemen vazgeçip hiç olmamış gibi davranmış. Akşam eve gittiğinde gülümseyen bir çehre, sevinçli bir hal ve iltifat dolu cümlelerle mutfağa girmiş. Buna şaşıran eşi:

- Sen attığım mesajı almamışsın herhalde, demiş.

O da hiç bilmiyormuş gibi:

- Hangi mesajı, diye sormuş. Yine bana o sevgi dolu enfes mesajlarından mı yollamıştın? Zararı yok. Şimdi ezberden söylersin.

Hanımı açıklamış:

- Senin sandığın gibi değildi mesajım, olumsuzdu.

- Şaka yapma, sen olumsuz mesaj yazamazsın.

- Yani gelmedi mi mesajım?

- Galiba.

Sevinçten gözleri gülmüş:

- İyi ki ulaşmamış, demiş.

Böylece yuvalarını sarsacak bir fırtınayı kolayca atlatmışlar. Erkek:

- Beni öfkeden ve kalp kırmaktan koruyup sabır ve anlayışın yolunu gösteren Rabbime hamd olsun, diye dua etmiş.

Bazen de yoğun iş ortamında ihmallerimiz olur. Ancak asla “olan oldu” demeyip telâfi etmek gerekir. Bir yaz tatiliydi. İşe gittiğimde çocuğumdan bir cep mesajı aldım. “Seni bir yere sakladım. Bulsana” diye başlıyordu mesaj. Altında ne var diye devam ettikçe, “Ara, ara” diyor, ama epey bir aşağılara kadar boş bir ekran devam ediyordu. Neden sonra mesaj, “Babacığım, kendini neden telefonun içinde arıyorsun ki? Sen benim kalbimdesin” diye bitiyordu.

Güzel bir mesajdı. Vereceğim cevap da acele olmamalı ve güzel olmalıydı. Bu düşünceyle uygun bir zaman kollarken cevap vermeyi unutmuştum. Çocuğum sabah mesajı hatırlattı bana.

- Baba, dedi. Mesajıma niçin cevap vermedin?

Tam cevap vermeye hazırlanıyordum ki, devam etti:

- Biliyorum, çok yoğundun, işlerin çoktu ve fırsat bulamadın.

Fena bir şekilde köşeye sıkışmıştım.

- Ama gerçekten öyleydi. Cevap vereceğim, diyebildim.

Vedalaşıp işe doğru çıktım. Hemen otobüste mesaj yazmaya başladım. Öyle güzel olmalıydı ki, hem gecikmeyi telâfi etmeliydim, hem de birkaç adım öne geçmeliydim. Neredeyse yarım saat uğraşarak, şu şiiri yazdım:

 

Sen benim bebeğimsin, henüz bugün doğmuş gibi,

Sen benim meleğimsin, omzumdaki bir kuş gibi,

Ne uzakta ararım, ne kaybetmekten korkarım,

Sen benim meleğimsin, sensiz kanım donmuş gibi.

 

Mesajı alınca sevinçten uçmuş. Hemen bana yeni bir mesaj geldi. Cep telefonumda, eşim, çocuklarım ve bazı arkadaşlarım için ayrı ayrı mesaj klasörleri vardır. Önemli mesajlarını saklar, cevaplar yazarım. Kimi çok çalışan insanlar, “Bunca yoğun iş arasında zaman ayıramam” diyebilir. Bu itiraza vereceğim cevap uzundur. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Onlar bana zaman ayırıyorlar da ben niçin ayırmayayım? Üstelik problemi az bir aile, size destek olurken, ihmal edilmiş ve duygusal ihtiyaçları karşılanmamış aile fertleri size sorun çıkarıp işinizi engeller. Onları kendi hedeflerinize yardımcı etmek varken, ihmallerinizle sorun çıkarmaya ne gerek var?

 

Ortak aile bilincini oluşturun

Duygularınızı bazen mektupla da anlatabilirsiniz. 20 Nisan doğum günümdü. Çocuklarım büyüyüp ilgi duyana kadar doğum günü kutlaması nedir, bilmezdim. Ama onlar isteyince, o günü diğerlerinden biraz farklı geçirmeye başladık. Kutlamalar hediye, ikram, farklı bir yemek tarzında olabiliyordu. Ben geçenki kutlamada, “Aileme Mektup” başlığıyla iki sayfalık bir yazı yazdım. İçinde hepsine yönelik ayrı ayrı iltifatlar, toplu bir durum değerlendirmesi, bir nefis muhasebesi, bir sorgulama vardı. Ayrıca cevabı uzun sorular, görevler, hedefler sıraladım. Zaman zaman hep birlikte okuyoruz.

Mektubuma yazılı ve sözlü cevaplar aldım. Gördüm ki, olumlu ifadelerim müthiş etkilemiş! “Bizim ailemiz”, bilincine katkıda bulunmuş.

Unutmayın! Ailece yapılan faaliyetler “ortak aile bilinci”nin oluşmasını sağlar. Birlikte yenen yemekler, kültürel faaliyetler, geziler, misafirlikler, hep “bizim ailemiz” anlayışını geliştirir ve aile fertlerini birbirine duygusal halatlarla bağlar.

Evet, ailedeki eşinizin ve çocuklarınızın bir duygu deposu vardır. Bu depoyu, sevgi, şefkat, ilgi, önem, değer, fedakârlık, af ve hoşgörü gibi duygularla doldurmanız gerekir. Kuracağınız duygusal iletişim, bazen söz, bazen yazı, bazen bir davranış olur. Tümü bir araya geldiğinde, sadece mutluluk ve huzur getirmekle kalmaz, sizi ve ailenizi vazgeçilmez yapar. Herkesin, “En güzel aile benim ailem, en iyi eş benim eşim, en iyi çocuk benim çocuğum, en iyi anne baba benim anne babam” demeye ihtiyacı var. Ama bunu diyebilmek, ömür boyu duygusal iletişimi canlı ve başarılı tutmak, sürekli doğru ve iyi davranışlar sergilemekle mümkündür.

Yılların, ilişkinizi yıpratmasına izin vermeyin.

Sanki bugün evlendiniz!

Sanki çocuğunuz bugün doğdu.

Ve siz evrensel bir yarışmaya katılmışsınız ailecek.

Hep birlikte dünyanın en güzel ailesini oluşturacaksınız.

Süreniz ömür boyu, sonuçlar ahirette açıklanacak, ödülü hem dünyada, hem ahirette mutluluk.

Var mısınız?

 
toplumda görgü kuralları
 
Sual: Toplum yaşayışında görgü kuralı olarak nelere dikkat etmeliyiz?
CEVAP
Müslüman, edepli, görgülü, nazik, kibar, güler yüzlü olmalı, efendim demeden konuşmamalıdır! Edep; güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet demektir. Edep, hiçbir hırsızın çalamadığı güzel bir ziynettir. Edep, insanla hayvanı ayıran farktır.

Hz. Ömer, (Edep, ilimden önce gelir) buyurdu. İbni Mübarek hazretleri ise, (Her ilmi bilen bir âlimin, edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmemek kayıp sayılmaz. Fakat edepli biri ile görüşemezsem üzülürüm) buyurdu.

Edepli kimselerin görgülerinden bazıları şöyledir:

Sokakta:

Sokağa tükürmek, çöp atmak, geliş geçişe mani olmak, tiksindirici çirkin şeyler bırakmak, görgüsüzlüktür. İhtiyar, kadın ve hastalara her zaman öncelik verilir. İhtiyaçları varsa yardımcı olunur.

Yürürken:
Pek yavaş veya pek hızlı ve büyüklenerek yürümemelidir! Kur’an-ı kerimde mealen, (Böbürlenerek yürüme) buyuruldu. (Lokman 18)

Yolda, büyük bir zat veya bir âlim ile beraber giden kimse, onun önünden ve solundan değil, sağından yürür.

Taşıma araçlarında:

İnip binerken itişmek, sıra olan yerlerde sırasını beklememek çirkin davranıştır. Gençler; yaşlılara ve hastalara yer verir. Peygamber efendimiz, (Büyüklerini saymayan bizden değildir) buyuruyor. (Tirmizi)

Günümüzde bazı gençler, yer vermemek için uyur numarası yapıyor, volkmen dinliyor. Ecdada layık torunlar olmaya çalışmalıyız.

Alış verişte:

İzin almadan satıcının malına dokunulmaz. Malın görünüşünü, kalitesini bozacak şekilde ellenilmez ve bakılmaz. Fiyat konusunda fazla ısrar edilmez. Alınsa da alınmasa da teşekkür edilir. Satıcı müşterisinin memnun olacağı hâl ve harekette bulunur. Malını almayanlara kızmaz, darılmaz, aleyhlerine olacak bir sözü arkalarından da söylemez. Alış verişte her iki taraf birbirlerini aldatmaktan uzak durur.

Toplu yerlerde:

Düğün, cenaze ve bayramda daha hassas, nazik ve kibar olunur. Yere ve zamana göre uygun tavır takınılır. Cenazede, cenaze sahiplerinin üzüntüsü paylaşılır, maddi ve manevi üzerine düşen yardım yapılır, teselli edici söz ve davranışlarda bulunulur. Yakınlarını kaybedenlere daha yakın davranılır.

Düğün ve bayramlarda her zamankinden daha fazla güler yüzlü, neşeli, nazik, ikram edici olmak, büyüklere ve küçüklere uygun hediyeler vermek, gönüllerini ve dualarını almak, görgülerimiz arasındadır. Görgüde, eliyle ve diliyle başkalarını incitmemek esastır.

Komşulukta:

İyi geçim, karşılıklı yardımlaşma, dert ve sevinçlerine iştirak, her karşılaştıklarında selamlaşma, hal hatır sorma, birbirinden isteklerini imkan ölçüsünde temin etme önemli görgü kurallarındandır. Gürültü, çöp, pislik, rahatsız edici koku ve benzeri şeylerle komşuları rahatsız etmek hiç hoş karşılanmaz. Komşu kadın ve çocuklarına ayrı bir itina, hürmet ve şefkat gösterilir.

Misafirlikte:
Misafire ikram etmelidir! Peygamber efendimiz, (Allah’a ve kıyamete inanan, misafirine ikram etsin) buyurdu. (Buhari)

Misafire ikram, ona karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır. Yemek için külfete girmemeli, hazırda ne varsa, onu ikram etmeli. Peygamber efendimiz, (Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini üzen Allahü teâlâyı üzmüş olur) buyurdu. (İbni Lâl)

Hz. Ali, (Dostların kötüsü, senin için külfete giren, seni özür dilemeye mecbur bırakandır) buyuruyor.
Misafirden hizmet beklememeli! Peygamber efendimiz, (Misafirden hizmet beklemek, aklın noksanlığına alamettir) buyurdu. (Deylemi)

Bir arkadaş anlattı: (Bir haftadır evimizde misafir kalan samimi arkadaşıma, “Bizim hanım, bir iş için dışarı çıkmıştı. Ben namaz kılana kadar sizin hanım, sofrayı hazırlarsa, çok makbule geçer” dedim. Daha sonra, bu sözüme çok gücendiklerini öğrendim. Bu acı tecrübe misafirden hizmet beklemenin doğru olmadığını göstermektedir.)

Misafir, ev sahibinin gösterdiği yere oturmalı, ona itiraz etmemelidir. Peygamber efendimiz, (Bir arkadaşın yanına gidince, oradan ayrılana kadar, o arkadaş senin emirindir) buyurmaktadır. (İbni Adiy)

Hasta ziyaretinde:
Ziyarete yeni elbise ile değil, her gün giydiği elbise ile gitmelidir! Giderken meyve veya çiçek gibi bir hediye götürmek iyi olur. Hastaya bakmayıp, sağa sola veya önüne bakmak uygun olmadığı gibi, devamlı olarak hastanın yüzüne bakmak da uygun değildir. Hastanın yanında asık suratlı durmamalı, güzel şeylerden bahsetmeli, iyileşmesi için dua etmelidir!

Okulda:

İlme son derece büyük önem veren Müslüman, ilim yuvası olan okullardaki görgü üstünde de titizlikle durmuşlardır. Çok kıymetli bir varlık olan öğretmenin sözleri dikkatle dinlenir ve bir şey istediğinde, “Peki efendim” gibi sözlerle cevap verilir. Talebeler arasında birbirine saygısızlık yapılmaz. Kaba hareket yapılmaz. Tahta, sıra, harita gibi ders âletleri tahrip edilmez. Kimsenin bedeni ve ruhi kusurlarıyla alay edilmez, küçük görülmez, tahkir edilmez. Ders içinde ve dışında öğretmenle konuşmada saygılı hareket edilir. Dinimizde öğretmen [hoca] hakkı, ana baba hakkından önce gelir.

Telefonda:
Telefon eden, karşı taraf ahizeyi kaldırınca, önce kendini tanıtmalıdır! Osman Ünlü hoca, beni evden arayınca, her seferinde, ahizeyi kaldırır kaldırmaz, daha bizim, (Buyurun efendim) dememizi beklemeden, (Ben Osman Ünlü’yüm) der, maksadını kısaca anlatır, konuşmayı uzatmaz. Bunun için, telefon eden, önce kendini tanıtmalı, kısa ve öz konuşmalı, dakikalarca sohbet etmemeli ve efendimsiz konuşmamalıdır! Her yerde, her zaman, hep nazik ve kibar olmalıdır. Argo ve nahoş konuşmamalıdır. Bazı santrallerde, şunu bağlar mısınız diye sorunca, Peki efendim denmiyor, “Ayrılmayın” deniyor. Telefon eden niçin ayrılsın ki? Bir de, hı hı diyorlar. Tanımadık bir insana karşı bu uygun değildir. Telefon santrallerinde çalışan görevliler, bu yönden de bilgilendirilmelidir.

Konuşurken:
Konuşanın sözünü kesmek nezaketsizliktir. Hadis-i şerifte, (Arkadaşı konuşurken susmak mürüvvettendir) buyuruldu. Mürüvvet; insanlık, yiğitlik, iyilik cömertlik faydalı olmak gibi manalara gelir ki, hallerin en güzeline riayet etmek demektir.

Mektup yazarken:
Mektup, kısa ve öz olmalı, maksadı iyi anlatmalı. Büyüklere, ilim sahiplerine, mektup yazarken daha edepli olmalıdır.

Eve girerken:
Evimize Besmele ile ve İhlas suresini okuyarak girmeliyiz! Sağ ayakla içeriye girip, selam vermeliyiz! Her işe Besmele ile başlamaya alışmalıdır!

Birinin evine girerken, izin istemek gerekir. Kapının zilini çalarak veya seslenerek, izin istemelidir! İzin üç defa olur. Birincisinde ses verilmezse, bir dakika kadar sonra, ikinci defa da ses çıkmazsa, üçüncü defa zile basmalı, yine ses yoksa, dört rekat namaz kılacak kadar bekledikten sonra gitmelidir! Kapı aralanırsa, aradığını sormadan önce, kendini tanıtmalıdır! Fatih’te oturan Abdullah bey, Ahmet bey isimli bir arkadaşa, (Akşam bize gel, sana bir şey vereceğiz) der. Ahmet bey, akşam olunca, Abdullah beyin evinin zilini çalar. İçeriden, buyurun diye bir ses gelir. (Abdullah bey evde mi) der. Üsküdar’a, Kâmil beylere gittiği söylenir. O da, Üsküdar’a gider. Abdullah bey, Ahmet beyi görünce, (Sen bizim eve gidince, kendini tanıtmadın mı) der. O da, hayır der. (Kendini tanıtsaydın sana bir paket vereceklerdi) der. Ahmet bey, kapının zilini çalınca, kendini tanıtma edebini bilmediği için, tekrar Fatih’e gitmek zorunda kalır.


 
 
  Bugün 9 ziyaretçi (12 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol